DERİKLİ ÜNLÜLER

MELLE HESENE TAWÎKÎ (1888-1963)
Melle Hesenê Tawîkî 1888 yılında Mardin’in Derik ilçesinin tavik köyünde doğmuştur. Melle Hesene kose olarak da anılmaktadır. Aslen Hakkâri kökenli olan Melle Elî ailesinden Melle Ahmet’in oğlu Melle Abdullah’ın torunudur. 1963 yılında Derik’te vefat etmiştir. Melle Hesen, Tawîk köyünün sahibiydi, çok çalışkan, zeki, cömert ve alçak gönüllülüğü ile bilinen bir alimdir. Bütün evsiz barksız köylüleri etrafında toplayıp ev ve iş sahibi yapmak için girişimde bulunur, birçok evsiz köylüyü, köyün sahibi olmasına rağmen, ev sahibi yapmıştır. İlimin ötesinde otantik evler yapma hususunda büyük ustalığı vardı. Orta doğunun bütün iyi alimleri kendilerini ilimde üstat olarak nitelendirmektedirler. Kendisi sadece ilimle sınırlı kalmayıp sosyal, kültürel ekonomik vb. bütün yönlerini geliştirmiş benzeri günümüzde çok az rastlanır bir kişiliktir. Bütün ilimleri araştırmış geniş yönlü bir düşünürdür. Kendisi, diyanete Arapça bir mektup yazıp detayıyla Türkçe açıklamasını da yazıp gönderdikten sonra Derik müftülüğe atanmış. Derik’teki çarşı camisini de kendisi yapmıştır. Ölümünden önce Kuran-ı Kerimin tefsirini çok derinlikli ve felsefi yaklaşımlarıyla kendi el yazısıyla kaleme almış, 3 cildini bitirmiş, 4. cildinin sonlarına doğru Allah’ın rahmetine kavuşmuştur. Hala o eserini kendi üslup ve tarzı ile bitiren bir alim bulunmamıştır. Bütün bölge alimlerini gezer, kiminden faydalanır kimine de ilim konusunda doğru yolu gösterirdi. Halen Mısır, Suriye Arabistan da birçok dini alim kendisi ile ilim konusunda istişare eder hem ders alır ve hem bildiklerini paylaşırdı. Torunu bir anısını şöyle anlatırdı: 2002 yılında Ankara ilahiyat fakültesinin bir öğretim üyesi Derikli olduğunu öğrenince gelip kendisi hakkında sorular sordu ve benim onun torunu olduğumu öğrenince çok şanslı olduğumu söyledi.
Kendisi her zaman şu sözü söylerdi “İnsanların sizi ezmeyeceği ölçüde eğilin” mezarı Derik’te kendi adını taşıyan Melle Hesenê Tawîkî mezarlığındadır.
SEYDAYÊ MELLE İSKENDER (1898-1928)

Mezelê Seydayê Nelle Îskender- İskender Kazım’ın mezarı- Derik

Seydayê Melle İskender ünlü Kürt şairi Cîgerxwîn’in Derik’te geçirdiği ve pek bilinmeyen yıllarında kendisine birçok alanda eğitmenlik yapmış bir bilge kişidir.

Seydayê Melle İskender Botan emirliği himayesinde bulunan bir aşiretin mensubuydu. Asıl ismi İskender Kazım’dır. 1989 yılında Derik’ten 15kmuzaklıkta bulunan ve döneminde Derik’e ancak şimdi Mazıdağı’na bağlı olan Kürtçe adı Dêra Metîna Türkçe ismi Gümüş yuva olan köyde dünyaya gelmiştir. Cizrede 1821 yılında emirliğini ilan eden Bedirhan Paşa, Botan Emirliği’nin başına geçmişti ancak 1842’de Bedirhan paşanın emirliğini ilan etmesi ve Cizre’yi başkent ilan etmesi sonucu Osmanlı devleti ile Aralarında çıkan çatışma sonucu birçok aile Cizre dışına çıkmak zorunda kalmışlardır. İşte bu çatışmalı yıllar arasında Melle İskender Kazım’ın dedesi İskender (İskender’in babası Melle Kazım, oğluna babasının ismini vermiştir) ile beraber birçok aile Mardin’in Mazıdağı ve Derik mıntıkasına gelmişlerdir. (Bu göç eden ailelerin bazıları halen Derik’te yaşamaktadır)

İskender Kazım öğrenim yaşına gelince babası tarafından Diyarbakır mıntıkasında bulunan medrese hocalarının yanına gönderildi. Başarılı bir öğrenim devresi geçirdi. 12 ilmi 5 yılda bitirip mezun oldu. 20 yaşlarında Derik’e döndü, Derik’te dönemin dini yetkilisi olarak görev yapan Melle Ali Bilge’nin yanına yerleşti. Kısa bir süre içerisinde ilim bakımından yeterli olduğunu ispatladıktan sonra öğretmenliğe başladı. Melle İskender Kazım’ın yetiştirmiş olduğu ve döneminde ilerici misyonları üstlenmiş birçok kişi oldu. Bunlar arasında: Melle Yunus, Melle Mehmedê heboşî, Melle Evdilhadî, Melle Xemê, Melle Bêzo, Melle Şeyhmusê Heserî (Cîgerxwîn), Melle Kunduro ve Melle Evdirrehman gibilerini sayabiliriz. Cîgerxwîn Derik’ten ayrılmadan önce (Ki kendisi Derik’ten sürgün olarak gitmiştir) son bir yılında kendi evini terk edip Melle İskender’in evinde kalmıştır. Melle İskender, dönemin iktidarına boyun eğmediğinden dolayı sık sık gözaltına alınıp bırakılmaktaydı. Gözaltına alındığı süreler içerisinde onun yokluğunda Melle Şeyhmus (Cîgerxwîn ) öğrencilere ders vermekteydi. Melle İskender çeşitli tarihlerde meydana gelen Kürt isyanlarına karşı kayıtsız kalmadı. Melle İskender sitemkâr bir üslupla dönemin yönetimi üzerine birçok dörtlük yazmıştır.

Şeyh Sait ayaklanması bastırıldıktan sonra kendisi gibi düşünen bütün şahsiyetler yakalanılıp ya hapse atılmış, ya da ömür boyu sürgün hayatı yaşamışlardır. Melle İskender 1927’de tutuklanılarak cezaevine konulmuş olup, 1926 yılında yakalandığı verem (Tüberküloz) hastalığı sonucu genç yaşında vefat etmiştir. Kabri Derik’te Xidra mezarlığındadır. Cîgerxwîn ile Kamışlı’da görüşen Ali İrci (Elîyê Sittîka) Seyda’nın bu durumunu Kürt şairi Cîgerxwîn’e söyleyince hemen dilinden şu dörtlük dökülür.

Ava xabê hurme hurme

Reco hatîye gûrme gûrme

Melle revîya çu zozoana

Seyda maye di zîndana

 

REŞİD KÛRDÎ (1910-1968)

Reşidê Kûrd 1910 yılında ilçemize bağlı Koçyiğit, Kürtçe ismi; Roşat köyünde dünyaya gelmiştir. Aslen Tunceli yöresinden gelen Mustafa Axa çocuklarından Bekir’in Torunudur. Babası dedesinin ismi olan Reşo ismini kendisine vermiştir. Annesinin ismi Zînê, Zîna Xêlit Babası Xanê, Delê, Gûlî ve Zînê adında dört eşli bir evlilik yapmıştır. Reşid Zine’den doğmadır. Reşit’in kendisi de iki evlilik yapmıştır. Xatun ve Sabiha Reşid Kurdî’nin Perwîz, Comerd, Perwîn, Mehweş, Zînê, Xezal ve Menfo adında 7 çocuğu olmuştur. Reşit Konya’ya okumaya gittiği süreler içerisinde Kürt Dili ve Grameri üzerinde çalışma yapmaktaydı, ilk tutuklanması 1930 yılında Konya’da olmuştur. Reşid Türkiye’den çıktıktan sonra babasına getirtilmesi için baskı ve işkenceler yapılmaktaydı ve bu baskı ile işkenceler sonucu babası vefat etmiştir. Çocukluğu da doğduğu köy olan Koçyiğit’te geçmiştir. 7 yaşında her Kürt çocuğu gibi köyün imamından dini eğitim almış, köyde okul olmadığı için ilkokulu Derik’te ve ortaokulu Mardin’de ondan sonra Konya’ya Derikli şair ve yazar olan Kadri can ile öğretmen okulunu okumaya başlamıştır. Ancak 1925 Şeyh Sait isyanından sonra birçok yerde tutuklamanlar olduğunda kendisi de bir Kürt öğrenci olması sebebiyle tutuklanmıştır ve bu tutuklama onun ilk tutuklaması olmuştur. İlk tutuklamasını Konya’da yaşamıştır. Qadir Can’ın içinde olduğu ilk 5 kişilik tutuklama cezaevine atılmasının zincirlerinin ilk halkasını oluşturmuştur. Kendisi 2 yıl cezaya çarptırılmış olup cezaevine konulduktan bir ay sonra cezaevinden firar etmiştir. Derik’e geldikten kısa bir süre sonra tekrar tutuklanmış ve bu yüzden idamla yargılanmıştır. Mardin’e götürülmeden önce geçici bir süre için Derik cezaevine konulmuştur. Bu esnada Derik cezaevinden kaçmış ve Suriye’ye geçmiştir. Suriye’de kendine Reşad Mehmet Ali adı ile Amud nüfusuna kaydını yaptırıp bu isimle bir kimlik çıkararak yaşamını devam etmiştir. Amud’a yerleştikten sonra üzerinde çalışma yaptığı Kürt Dili ve Grameri adlı eserini bitirmiştir. Aradan geçen bir süre sonra Mısır ile Suriye’nin ortak hükümet kurmaları sonucu bu sefer Suriye’de tutuklanmalar başlamıştır. Bu tutuklanma sürecinde kendisi artık Suriye’de tutuklanılıp iki yıla yakın cezaevinde kalmıştır. Kendisini Kürt Dili ve Grameri üzerindeki çalışmasının yanı sıra felsefe, diyalektik ve Marksizim alanında geliştirip sosyalist düşünceye sahip biri haline gelmiş modern Kürt şairlerinden olan Reşid Kûrdî, şiirlerinde genellikle serbest vezin kullanmıştır. Suriye’de bulunduğu süreler içerisinde siyasi çalışmalarını ve Kürt dili’nin eğitmenliği üzerine ağırlığını köylere vermiştir. Özellikle bu çalışmaları esnasında, benim kadim dostum, diye nitelendirdiği bir aracı yani onu köylere taşıyan bir bisikleti vardır. Bu dostu için her zaman şunu söylerdi “Benim dostum bu iki tekerlekli bisikletim olmuştur, kar kış ve çamurda ben onu sırtım ile taşır götürürdüm, havanın güzel olduğu zamanlar o beni sırtına bindirir gezdirirdi” Bir gün yine böyle bir çalışma esnasında bisikletten düşüp ayağını kırmıştır. 1958 yılında Suriye’deki siyasi değişiklik sonucu yapılan baskılara dayanmayarak Irak hükümetine kaçmış ve onlardan siyasi sığınma hakkı talep etmiştir. Ancak Irak hükümeti onu tutuklayıp Suriye’ye teslim etmiştir. Teslim edildikten sonra uzun süre Suriye zindanlarında kalmış ve o esnada Cezaevinin kötü koşullarından etkilenip Tüberküloz (Verem) hastalığına yakalanmıştır. Uzun bir dönemden sonra cezaevinden çıkıp tedavi olmak için Bulgaristan’a gitmiştir, Bulgaristan’da 1 ay kaldıktan sonra Romanya’ya gitmiş ve Romanya’da 20 Şubat 1968’de vefat etmiştir. Vefat etmeden çocuklarının yardımıyla ayağa kalkıp hastane penceresinden bakıp şöyle demiştir. “Ben daha hiçbir şeyi sonuçlandırmadan göçüp gideceğim keşke son bir defa Derik’e gidip tekrar bağlarını, bahçelerini görüp gezseydim de öyle ölseydim” diyerek bu isteği gerçekleşmeden vefat etmiştir.

Eserleri

  1. Rêzimanê Kûrdî – Kürt dil ve grameri
  2. Ez Reşidê Kûrdî – Şiir kitabı

3- Kerwan – Şiir

Kendisini ‘Ez Reşidê Kûrdî’ adlı şiir kitabında, birlikte Konya’da okuduğu ve birlikte birçok yerde beraberlik yaşayan Derikli şair Qedrî Can’ın’ın babasının taziyesine gitmeyişine atfeden bir şiiri ile anıyoruz.
RİYA AZADAN

Pir gİrane lo heval, bavê te mir, tu ne limal

Bavê ku, te xwedîkir, bi nazdarî bi şekir

Rojên paşî û dawî, tû ne bûye li ba wî

Çav li rê bu, li derî, belkî nişka tu werî

Tû li ber serî runenişt, xwêdan ji ru nemalişt

Dil u xatir jê nexwest, te maç nekir hed u dest

Nebarandin te hêsir, li ser hinarkên şêrintir.

Pêre neçu ser gorê, mala paşîn li dorê

Min jî wek te wendakir, dê bav bira û agir

Ji ber Turanperestan, bune xwînu ji Kûrdîstan

Me hev nedît carek din, gorê ew giş revandin

Ev bîst salê sergerdan, dixim kulan û derdan

Min tengî u talî kişan ji her alî

Lê belê hêvî nebum heç, min berneda şopu rêç

Maçî bikim tiştê çû, lê nagerim nadim dû

Eve rîya azadan ne rev heye ne bazdar.

Sistî nabe li ser wê, ev bexd ji me wa dibê

Her namîne dem weşan, wê bê roja wan kesan

Ev tûleyên bi yek pûl, ji dolara buye qûl

Naçar ewê bimrin, ji bîr nabe çi kirin

Bê mezelû gorû kêl, bibin tune kû hay pêl

Hew bi tenê ev welat, deştû çîya taht û lat

Û ew gelê ku em jê cewher bêzarû kejê

Naçe namre tu caran, ne bi’ kuştinê, ne bi’ daran

Gerek jê re bi yek can em pêwan bin bê razan

Biparêzin ji dujmin, bi te bi wî u bi min. “1960”

 

Türkçesi

 

Çok zor be arkadaş, baban öldü sen evde değilsin

Baban ki seni besledi, şeker ve naz ile

İlk gününde ve sonrasında, sen hiç olmadın yanında

Gözü yolda, kapıdaydı, belki ansızın gelirsin diye

Başucunda oturmadın, alnından terini silemedin

Yürekten vedalaşmadın, öpemedin elini

Gözyaşı yağdırmadın o tatlı yanaklara.

Mezarına gitmedin, sonrasında evinde

Ben de senin gibi kaybettim, ana, baba, kardeş ve ateşi

Turancılar yüzünden düşman olmuş Kûrdîstan

Göremedik birbirimizi, ecel kaçırdı onları

Yirmi senedir serseri gibi, acı ve dert ekliyorum

Darlık ve acı çektim her yandan

Fakat umudu kırmadım, yol ve izimi bırakmadım

Geçen zamanı öperim, ardına düşüp aramam

Bu özgürlük yoludur, ne kaçması var ne koşması

Gevşek bırakmak olmaz, bu baht bize böyle der

Hep öyle geçmez, elbet bize de güler zaman

Bir kuruşluk adiler, dolarlara olmuş kul

Elbet ölecekler, ettikleri unutulmayacak

Kabirsiz ve mezarsız, yok olacaklar, dalga misali

Sadece bu ülke, ova, dağ, vadi, kaya

Ve o cevherden değerli ülkem

Gitmez, ölmez hiçbir zaman, ne öldürülmeyle ne sopayla

Tek bir can gibi, uykusuz çalışmalıyız durmaksızın

Savunmalıyız düşmandan, benle, senle ve onunla…“1960”

 

QEDRÎ CAN (1911-1972)

Kürt aydın, yazar ve şairi Qedrîcan’ın ismi her zaman Seyda Cîgerxwîn ve Osman Sabri’nin ismi ile anılır. Qedrîcan şair olarak onların derecesinde bir Kürt aydını olup, Kürt aydınlanma hareketinde çok önemli çalışmalara imza atmıştır. Qedrîcan 1911 yılında Mardin’in Derik ilçesinde geçimini esnaflıkla yapan tüccar bir babanın oğlu olarak yaşama gözlerini açar. Qedrîcan’ın babası “Cano” çocuklarının tahsilli yetişmesini isteyen aydın bir zihniyete sahipti. Qedrîcan ilkokulu Derik’te, ortaokulu Diyarbakır’da okuduktan sonra Derikli arkadaşı Reşoyê Dêrikî (Reşîdê Kûrdî) ile beraber Konya muallim okulunu kazanır. Arkadaşı Reşîdê Kûrdî ile beraber Konya öğretmen okulunda okuyan Qedrîcan, daha o dönemlerde Kürtçe şiirler yazmaya ve Kürt tarihi ile ilgili araştırmalara merak sarar, yaz tatili dönemlerinde Derik’e gelen Qedrîcan, babasının bahçesinde etrafında topladığı gençlere Kürt dili ve Edebiyatı ile ilgili eğitim çalışması yaptırır. Daha okulu bitirmeden, arkadaşı Reşîdê Kûrdî ile beraber bölücülük suçundan tutuklanır, hapisten çıkar çıkmaz arkadaşı ile beraber okula devam etmek ister ama gerek okul yönetimi, gerekse okuldaki öğrenci baskısından dolayı okula devam edemez. Arkadaşı Reşîdê Kûrdî ile beraber haklarında onlarca dava açılır ve tekrar tutuklama kararları çıkar. Bundan dolayı Türkiye’yi terk etmek zorunda kalır ve Suriye’ye kaçak yoldan giderler. Ancak gitme esnasında sınırda bir Kürt eşkıya gurubu tarafından soyulur, kitapları yakılır bu hadise kendileri üzerinde derin izler bırakmıştır ve bu hadiseyi o gurubun okumamışlığına ve cahilliklerine bağlarlar.

1925 senesinden sonra Türkiye’de birçok Kürt aydını bölücülükten hapishaneye girmiş, birçok Kürt aydını da Suriye’ye kaçmak zorunda kalmışlardır, Qedrîcan Suriye’de arkadaşı Reşidê Kûrdî ile beraber Haco Ağa’nın evine gider, sonra Haco Ağa’nın aracılığı ile Kadri, Ekrem Cemil paşa, Bedirxan kardeşler, Osman Sabri, Şahin Bozan, Memduh Selim Beg ve Cigerxwin gibi Kürt aydınları ile irtibat kurar. Qedrîcan ilk iş olarak Arapça’yı öğrenir. Suriye’nin Serê kanîyê (Eynıl ereb), Şam, Antakya, Humus gibi vilayetlerinde öğretmenlik yapar. Qedrîcan, Antakya’da öğretmenlik yaparken tanıştığı İstanbullu bir memurun kızı olan Nilüfer Hanım ile evlenir. Nilüfer hanımla yaptığı evlilikten Mizgîn, Server ve Şêrîn adlarında iki oğlu ve bir kızı olur. Mısır ve Suriye’nin birleşmeleri döneminde dönemin yasakçı ve baskıcı rejimi Kürt aydınlarını tutuklamaktaydı. Qedrîcan bu dönemde Suriye’nin Milli Eğitim Bakanlığı’nda çalışmaktaydı. Çoğu Kürt aydını gibi Qedrican da buradaki görevinden atılır ve tutuklanır. Türkiye’deki baskıcı ortamdan kaçan Qedrîcan bu sefer görüş ve düşüncelerinden dolayı defalarca Suriye’de tutuklanır, 1957 yılında Moskova’da tertiplenen Dünya sosyalist gençlik Festivaline Suriye delegasyonu ile katılır, bu festivale Türkiye Irak, İran başta olmak üzere Avrupa’nın ve dünyanın çeşitli ülkelerinden birçok aydın ve sanatçı katılır. Burada Qedrîcan diğer aydınlarla ilişkiler geliştirir ve diğer ülke aydın ve sanatçılarına Kürt sorununu ve Kürt çözüm yollarını anlatır. Moskova’da Prof. Qanate Kurdo’nun evinde misafir olur. Dönüşte o sıralar Sovyetler birliğinden Irak’a dönen Melle Mustafa Barzani ve arkadaşlarını ziyaret eden Qedrican onlarla tanışır ve güneyde üç gün Molla Mustafa Barzani’nin evinde misafir olur. Qedrîcan en çok şairliği ile Kürtçe yazmış olduğu öykü şiir ve yabancı dillerde yazılmış kitapların Kürtçe’ye çevirileriyle tanınır. Qedrîcan, Celadet Bedirxan’ın 1932- 1951 yıllarında çıkardığı ”Havar” ve “Ronahi” dergilerinde Kürtçe öykü ve şiirler yazmıştır. Bunların dışında 1943-1946 yılları arasında Kamuran Bedirxan’ın çıkardığı “Roja Nu” adlı dergide de Cîgerxwîn, Ahmet Nami, Kadri Cemil paşa, Nureddin Zaza, Osman Sabri gibi Kürt aydın ve yazarlarla beraber yıllarca yazı yazmıştır. Rus yazar George Gırıgiri Petrov’un Fin halkının yaşamı ve kültürü ve sorunları üzerinde yazmış olduğu “zambaklar ülkesinde” adlı kitabını önce Kürtçe’ye daha sonra da Arapça’ya çevirmiştir. Bu çeviriden sonra Qedrîcan daha birçok yabancı eseri de Kürtçe ve Arapça’ya çevirmiştir. Qedrican Moskova gençlik festivali günlerinde yazmış olduğu “Ez diçim Mosko” adındaki bir şiiri aynı süreçte Rus gazetesi “İzveztia” da Rusça olarak yayınlandı, ayrıca Qedrîcan’ın Barzani adındaki şiiri de Fransız çevirmenlerce Fransızca’ya çevrildi. “Nina Alibegova’nın hazırladığı Doğu şairleri antolojisinde, Qedrîcan’ın birçok şiiri, Rusça tercümesi ile yayınlandı. Qedrîcan daha Derik’te yaşadığı yıllarda babasının bahçesinde yetiştirdiği kırmızı güllerden esinlenerek “Gula sor” adlı şiiri yazmıştır bu şiir, Kürt sanatçı Ciwan Haco tarafından bestelenilip şarkı yapılmıştır. Ciwan Haco gibi daha birçok Kürt sanatçı, şiirlerini besteleyip şarkı yapmıştır. Hakan Can’ın “Ax welato” Braderin “Ez mêvanê dilê teme” Temo’nun “Dêrika Çîyayê Mazî” ve yine Ciwan Haco’nun “Perde” adlı çalışmaları bunlardan birkaçıdır. Qedrîcan Suriye’de olduğu yıllarda tutuklanacağını anladığı için, yazmış olduğu eserlerini Şam’da yaşayan yaşlı bir Kürt kadınına teslim eder, cezaevinden çıktıktan sonra yaşlı bayanı arar ama bir türlü bulamaz bir şiirini de Farsça, Arapça, Türkçe ve Kürtçe yazarak bu halklara seslenmiştir.

Ey biraderê Ecem!

Ixwan: Ereb el eşem!

Ey demokrat Türk kardeş!

Birader, ıxwan, yoldaş

Em heval û cîranin

Dijmin Amerîqane

İngîliz ingilizin

Zinhar jêre nebe lîstik

Daha sonra kendisi sürekli Derik ilçesinin gurbetdeki hasretliliği üzerine yazardı bir dörtlüğünde şunu dile getirmiştir.
DÊRİK

Dêrika çîyayê mazî

Welatê bav û kala

Lê sed hawar û gazî

Jê dur ketim çend salê
Ez li wê hatim dinyê

Wê dergûşê hejandim

Hey wax mala minê

Dujmina jê revandim

 

Perçakê ji buhiştê

Stêrka zêrîn welat

Îro dest nagehiştê

Axû keser ji dil hat

 

Baxû baxçê bê hejmar

Cî bi cî merg û zevî

Li her derê avên sar

Ji kanîya tê dizî

 

Xwezî vê cara ji min

Serê xabê bi dîta

Bila ruhustîn canê min

Hingî ji xwere bistenda

Mazı Dağlarının Derik’i
Ata ve baba ocağım

Fakat yüzlerce aman ve feryat

Uzak düştüm kaç senedir

 

Orada doğdum ben

O beşikte sallandım

Oy beni, evim benim

Düşman yüzünden kaçtım

 

Cennetten bir parçadır

Ülkemin altın yıldızı

Bugün ulaşamıyorum

Ah ve keder ile gönülden inliyorum

 

Sayısızdır bağ ve bahçesi

Her yer ekin ve çimenlik

Her tarafında soğuk su

Irmaklardan doğup akar

 

Keşke bir kez daha

Gap suyunu görseydim

İşte o anda Azrail

Anında canımı alsaydı

1972 yılında hayata gözlerini yuman Qedrîcan Seydayê Cîgerxwîn tarafında nda sevilen biriydi. Seydayê Cîgerxwîn sürgün yıllarında yıllarca kendisiyle arkadaşlık yapmış onun vefatında çok derin bir üzüntü duymuştur. Qedrîcan’ın mezar taşına yazılmak üzere ağıt dolu “ê ji Qedrîcan re” adlı şiiri yazar. Qedrîcan’ın mezarı Şam’da bulunmaktadır. Qedrîcan’ı kendisine Moskova’da ödül kazandıran “Ez diçim Mosko”adlı şiiri ile Cîgerxwîn Derik’ten döndükten sonra Derik hakkındaki görüşmelerden sonra yazdığı şiiri ile tekrar anıyoruz.

 

EZ DİÇİM MOSKO
Siwarê keştîyê bum

Tevî pencsed hevalî

Her yek ji wan jimin bêtir

Hinek ji wan Erebin, hinek jê Çerkez

Hinek Kûrd’ûn hinek Ermeni’nin

Lê hemu yek zimanu yek

Zimanê dostanî û aşiti

Weke bira em diçin mosko
MOSKOVA’YA GİDİYORUM

Gemiye bindim

Beş yüz arkadaşla beraber

Bi heyecan her biri benden daha coşkulu

Kimisi Arap, kimisi Çerkez

Kimisi Kürt, kimisi Ermeni

Fakat hepsi tek dil ve tek gönül

Dostluk ve kardeşlik dili

Kardeşçe gidiyoruz Moskova’ya
 

CÎGERXWÎN

 

Di dema heşê min wenda dibûyi
Mizgînek ji minre hat u got: Bixwîn

Min cegerperitî, min dil helîya

Kir ew mizgîn bi navê Cîgerxwîn

Mêze

Hevalê xoşewîst, kir pesna gundê min

Bi axû bi keder pêşkêş didi min

Ji nuha pêtek ar da ser daxê min

Derd û kul tevdayin tewşê Cîgerxwîn

Dêrik pir xweşe, hejaye pesnê,

Çi bikim nakevi dest ji ber vê xeşmê,

Bi dil birîndaren Kûrdê vê neslê

Ne ezû tû tene, hemî Cîgerxwîn
Zihnimin karıştığı dönemlerde
Bir müjde geldi bana, dedi; oku

Ciğerim yandı, gönlüm eridi

Baktım o müjde Cîgerxwîn’den

 

Değerli arkadaş, köyümü övdü

Ah ve keder ile bana sunuyor

Şimdiden bir köz ateş, yaralarımı dağladı

Derd ve kederi uyandırdı, Cîgerxwin

Derik çok güzel, övgüye değer

Ne edeyim bu hışımdan ötürü elime geçmiyor

Yürekten yaralıdır, bu neslin Kürtleri

Ben ile sen değil, bütün Cîgerxwînler
 

CÎGERXWÎN (1903-1984)
     Cîgerxwîn bütün dünyanın tanıdığı bir Kürt Şairi, yazarı ve siyaset adamıdır. Yaptığı çalışmalar hakkında ciltler yazılsa dahi ne çalışmalarını ne de Kürt edebiyatına vermiş olduğu eserler konusunda yeterince bilgi vereceğini zannetmiyorum. Çünkü günden güne bir araştırma bir inceleme sonucu yeni eserleri gün yüzüne çıkmakta ve henüz hepsinin yayınlanmadığını bilinen bir gerçektir. Bu yüzden bu yazıda Cîgerxwîn’e ait teknik bilgilerinden ziyade 1919 yılında annesinin vefatı sonucu başlayan ve 1927 yılındaki evliliğine değin gelen ve Diyarbakır, Derik, Mardin üçgeninde geçen bilinmeyen bir 6 yılının öyküsünün bir kesitini inceleyeceğiz. Yani Derik’te yaşadığı yıllardaki yaşam şekli ile Derik’te gerek insan profili üzerinde gerek doğal yapısını işleyen ve henüz hiçbir yerde yayınlanmamış şiirlerinden ve dörtlüklerinden elimizde bulunan bazı dörtlükleri yazacağız.

Cîgerxwîn 1919 yılından itibaren yani 1920 yılında baba ocağını terk edip Diyarbakır’da eğitimi ile ün salmış olan Melle Mehemed, yani radikal fikirleri yüzünden ismi Melê Serî Jêkirî olarak anılan ki daha sonra Şeyh Sait isyanına katıldığı için gerçekten başı kesilen Melle’nin yanında eğitim görmek amacı ile gelmiştir. İşte Seyda’nın belirginleşmeyen ve hala sır perdesi aralanmayan bölümü 1920 ile 1927 arası yıllardır onu Derik’e yönlendiren olay ise Melle Mehemed’in öğrencilerinden olan Seydayê Melle İskenderin Derik’e gelmesidir. Bundan dolayı Cîgerxwîn her fırsat bulduğunda Derik’e gelmekte ve Derik’te zamanının çoğunu Melle İskender Kazım’ın yanında geçirmekteydi. Artık 1922 yılından itibaren Cîgerxwîn uzun süre Derik’te kalmak suretiyle yerleşmeye başlamıştır. Derik’e geldiğinde ilçede dini açıdan en üst mertebede bulunan Melle Ali’nin yanında ders almıştır. (Ali Bilge) böylece orada bulunan Melle İskender Kazım ile daha sağlıklı bir şekilde iletişime geçmesi sağlanmıştır. Cîgerxwîn Derik’e geldiğinde Melle Ali 45 yaşında, Melle İskender Kazım 24, kendisi ise 17 yaşındaydı, Cîgerxwîn nasıl ki 12 ilmi 8 yılda bitirmişse İskender Kazım da 5 yılda bitirmiş ve icazeti almıştır. Melle Ali Bilge ilçede hem en üst düzeydeki dini temsilci, hem bir kadı görevini, hem aşiretsel yapılar arasındaki her türlü anlaşmazlıkları çözebilme yeteneğine sahip olduğu için bütün fakı derslerinin verilmesi için Seydayê Melle İskenderi görevlendirmiş, Seydayê Melle İskender de İktidar karşıtı tavırlarıyla sık sık gözaltına alındığından dolayı bu yüzden birçok fakı, öğretim için Cîgerxwîn’in bilgisi ile yetişmiştir bu hem arkadaşları hem birlikte öğrenim gördüğü şahıslar Melle Yunus, Melle Bêzo, Mel Mehmedê Heboşî, Mel Ebdulhadiye Melle Xemê, Melle Kunduro ve Melle Abdurrahman ‘e sorikî dir.

Cîgerxwîn boş zamanlarında öğrencileri yanına alır ve Derik’in doğal güzelliklerini görmek için gezerlerdi. Bundan dolayı Mancel dağı (Pozê mancêlê) ile gâvur fırını (Firna gavira) mevkilerinin tam ortasında Gov denilen bir mevki vardır ki bu mevki çok önemlidir. Bu anılan yerde 1915 senesinde birçok Ermeni öldürülmüş ve anılan yere atılmıştır bunun öyküsünü dinleyen Cîgerxwîn kahırdan hemen şunu söyler.

 

Hey lo dilo hey lo dilo
Agir berda loda çilo

Kûrmanc tenê mane wilo

Xelk u alem tev bun meri

Xir xir dike zirzır dike vek kerê mala şêxê silo

Heft heft dike heyşt heyşt dike wek Kuçikê mala şêxê biro

Ey gönül ey gönül

Ateş saldı samanlığa ve yapraklara

Sadece Kürtler kaldı öyle

Dünya alem insan oldu

Hırhır edip zırzır ediyor Şêxê Siloların eşeği gibi

Havhav edip heyşy heyşt ediyor Şêxê biroların köpeği gibi
İlçemizde gördüğü her yapılanmadan etkilendiği için Derik’ten kolay kolay gitmedi. Kendisi bir dergide yaptığı roportajinda aynen şunu demiştir. “Dêrik gola kulturêye, ne ji baxçê Xab u Dahlê ba, dibe ez ne di bum şair ‘(Eğer Derik’in Bağı bahçeleri ve doğal güzelliği olmasaydı belki bu kadar etkilenmez ve şair de olmayabilirdim) demesinin altında ilçenin doğal güzelliğinin büyük etkisi olmuştur. Cîgerxwîn bir dörtlüğünde de ilçenin doğal güzelliği için şunu demiştir.
Min baxçak dît li Xabê wek baxçê Cinettê
Min avek jê vexwar wek ava qudretê

Lê zalim neyar dibe xwedîyê vê hikmetê

De zu bike Kûrdo nemîne di ixanetê

Bir bahçe gördüm Gap’ta cennet bahçesi gibi

Bir yudum su içtim kudret suyu gibi

Fakat zalim ve hayırsız olmuş bu hikmetin sahibi

Tez ol Kürt, ihanette kalma
İlk yazılı eserler vermeye başladığı tarih 1924’tür ve bu anılan tarihte Derik’te olması onun her fırsatta belirttiği gibi ilçemizin doğal yapısından etkilendiğidir. Derik’te kalınan süreler içerisinde onların iaşe işlerini, yani yemek tayinini ilçenin ileri gelenleri olan Mala Zîya olarak bilinen Önen ailesi tarafından karşılandığıdır. Anılan dönemde ağalık en üst düzeyde bulunan hemen hemen resmi bir kurum gibi birçok karar almasında etkindi, bunu her zaman gözlemleyen Cîgerxwîn bir gün çarşı ortasında birisinin dövüldüğünü ve hiç kimsenin korkudan karışmadığını gördüğü zaman öğrencileri tarafından nedeni sorulduğunda öğrencilerine şu dörtlükle cevap vermiştir.

 

Dêrik bi rezi bi terezi
Serê Dêrikê bi axa u bi teresi

Hevî dikim ji Xwedayê bej u av

Ruhê va necisna bistîne bi lez bi lez
Derik bahçeli, teresli
Derik’in başı ağalı ve teresli

Su ve karaların sahibi Tanrıdan umut ediyorum

Bu cinsizlerin ruhunu alsın, tez elden

Seydanın bir diğer özelliği de halk arasına rahatlıkla karışma konusunda rahat olması ve herkesle diyalog içerisinde olmasını bilmesidir. Mesela her zaman yanına gelen ve en yakın öğrencisi konumunda olan Aliyê Sittika’nın evine giderdi bazen ve orada Ali’nin babası ile annesi Sittika’nın sürekli anlaşamaması üzerine bizzat Ali baba ve annesini durumunu sorunca Seyda yarı şaka yarı ciddi bir şekilde Ali’ye şu iki dörtlüğü yazar.

Pîra Sittî hat bi qabqabkê
Seri diheje wek şaqula leylokê

Zu bireve Apê Hûso lêdan heye

Te şiv neanî işev di gazîya te de şeytan tê

 

Apê huso tu mêrxase pêlewane

Tu natirse ji Sittîka tu ji mala dînane

Dema sittî xwuya dibe xêre solête di bin çengane

Navran di nav devade wek hespê erebane
Siti nene geldi takunya ile
Başı sallanıyor durmaz topaç gibi

Çabuk kaç huso amca kötek var

Yemek getirmemişsin, çağrına şeytan var

 

Huso amca sen yiğit ve pehlewansın

Korkmazsin hiç Sitti’den yiğit bir ailedensin Sitti’yi gördüğünde hayırdır koltuğunun altına alırsın ayakkabını

O kadar hızlı koşarsın, sanki Arap atısın

Cîgerxwînin ilçeden sürgün bir şekilde gitmesine neden olan durum ise çok daha değişik bir şekilde olmuştur. Dini eğitim gören fakılar arasında ders yılı sonunda öğrenciler arasında kimin hali vakti yerinde ise o aile tarafından bütün öğretmen ve öğrencilerin davet edildiği yemekli bir veda günü düzenlerlerdi, o sene içerisinde öğrenciler arasında Mahmuda aşiretinin ileri gelen ailelerinden Hecî Atman ailesinden İlyas da onların öğrencilerinden biridir ve bu sefer hocaları ve fakılara yemek vermek için Hacı Atman ailesinin Xab mevkisinde bulunan bahçelerine gitmişlerdir, bu yemeğe katılacak olan hocalardan Melle Ali’ beraberinde birkaç tane oğlunu yemeğe getirmiştir, yemek bittikten sonra Cigerxwîn yemekte olup bitenleri anlatan bir şiir yazar o sürede seydayê mele îskenderinde tekrar gözaltına alınması sebebiyle Cigerxwînin Şiiri işitilince yaşam koşulları değişir ve ilçeden sürgün edilir.

 

Hat rojekê rojê xwedan

Em çun baxçê mala Hecî Etman

Em bun misafirû mêvan

Ji me şerjêkir berxû beran

 

Kürük Melle li hev civîyan

Weke gurê serê çîya

Rahiştin şahê kevçîyan

Melle maye bê kevçîyan

 

Ketin ser birinca qerejdaxê,

Xoşava qeysîya

Bu ring ringê kevçîya

Kirin vek şêrê eshabîya

 

Ne Melle sekinî dawî da

Ne kurê xanê

Cimeet dirêj dirêj lê nerî

Li xwarina hevdanê

 

Kuruk Melle beranberi

Purtu çavêwan zeri

Ew dujminê pêxembere

 

Ömer bangkir Nebî, bira

Rahêlin kîja kevçîyê gİran

Lexînin wek guran

 

Evdo, Emer, Nebî Hariz

Goştê sêlê kir çiz u viz

Musliman ji we buye aciz

 

Mele dibê kevçîya dine

Rabin pevre bigerin

Rehmet ruyê wan nabîne

Ew ji pîra xana dîne

 

(Bu şiirin orjinali 12 kıtadır.)

 

Artık kendisinin İlçede yaşanma koşullarının kalmadığını gördükten sonra Derik’ten ayrılmak zorunda kalmıştır. Aradan geçen uzun süreler sonra Ali İrci (Aliyê Sittîka) 1940 yılında Kamışlı’ya gitmektedir ve Kamışlı’nın Taabeş Köyü’nde Buğday almak için gitmiştir ve o esnada Cîgerxwînin de birkaç gün sonra köye geleceğini öğrendikten sonra köyde kalıp ve Cîgerxwîn’in gelmesini beklemiş iki gün sonra Cigerxwin gelince bütün köylüler köy odasına gitmiş. Ali İrci “Ben de gittim ve kendisini gördüm ama Derik’ten gördüğümden çok daha değişmiş bir şekilde gördüm, sesimi çıkarmadan ben de bir köşeye çekildim, üzerinde, bedr denilen genelde Arapların giydiği uzun ve beyaz bir fistan, vardı. Vücudunun açık olduğu yerlerden adeta kıllar fışkırıyordu. Kollarının ucundan ve göğüs aralarından konuştuğu zaman gür ve tok bir sesle konuştuğunu herkesin onu pür dikkatle dinlediğini gördüm ve bir ara gözü bana takıldı, beni tanıyormuş gibi, bana dönerek bana nereli olduğumu nereden geldiğimi sordu ben de Derikli olduğumu ve Derik’teyken gelip yanınında eğitim gördüğümü söyledim, kendisi beni hatırladı ve yanıma çağırdı, ben de yanına gittim. Akşama kadar beraberdik, akşam olunca Cîgerxwîn bana bir yere gitmememi ve birlikte aynı odada kalacağımızı söyledi, gece boyunca köy odasında yaptığı uzun bir sohbet ettikten sonra ikimiz yatmak için odaya çekildik her birimiz kendi yataklarımız üzerine çekildikten sonra sohbet etmeye başladık. Bana sürekli Derik hakkında sorular soruyordu, bazı cevaplar onu sevindiriyor bazı cevaplar ise onu üzüyordu.” Kendisi Derik’ten çıktıktan sonra bir süre ilçenin Heboşî (Ambarlı) Köyü’nde kaldığını ve orada dini görevli olarak Şeyh’in olduğunu bu yüzden burada da fazla kalmadığını ve kısa bir süreliğine Cizre’ye gittiğini ve Derik’te Cizre Şeyhi’nin yanında kaldığını ancak Şeyhin aldığı zekâtların kendisini rahatsız ettiğini zekât adı altında kamyonlarca buğday ve mercimek bazen kilolarca yün geldiğini görünce kendisi bu zekâtın haram olduğunu söyleyince şeyhin şimşeklerini üzerine çekmiş ve yaşadığı son olay onu Cizre’den sürgün olmasına sebep olmuştur. Bir gün tarladan satmak için tezek topladığı bir günde Cizre’deki şeyhin birkaç müridi ile beraber olduğu halde kendilerini görünce takılmak için konuşurlar:

 

ŞEYH: Oo Seydayê min Melê min tu çerdike? Alaylı bir şekilde (Üstadım, hocam ne yapıyorsun?)

CÎGERXWÎN: Ez necisa beredikim, ezê bivim bifroşim (Tezek topluyorum, gidip satacağım) öyle söyledikten sonra şeyhin durmayarak

Şêx: Ne eybe tu dike gu bifroşe u jixwer nan bikire (Ayıp değimli gidip bok satıp ekmek alacaksın?)

Böyle söyleyince Cîgerxwîn onun cevabını şu dörtlükle verir.

 

Şêxêmin seydayê min
Bi şlaşika serê te

Bi mirîdê dorate

Bi îmana qelbê te ev guya

Çêtire ji wê zikata te
Şeyhim, üstadım
Başındaki takke üzerine

Etrafındaki müritlerin üzerine

Kalbindeki iman üzerine

Senin zekâtından daha iyidir bu pislik
 

“Özellikle seydayê Melle İskender’in durumunu Recep Bey denilen binbaşının ilçedeki silah toplama mevzusunu, birçok Derikli hocanın Derik’ten sürgün edildiğini ve Seydayê Melle İskender’in öldüğünü söyleyince çok üzüldü ve şu dörtlüğü söyledi.”

 

Ava Xabê hurme hurme
Reco hatîye gurme gurme

Melle revîya çu zozana

Seyda manin di zîndana
Gürül gürül akar Gab’ın suyu
Reco gelir yer gök inlete

Hoca kaçmış yaylalara

Seydalar kalmış zindanlarda
 

“Gece geç vakit yattık ve en son, Derik’i özlediğini inşallah bir gün Derik’e geleceğini söyledi ve şu dörtlüğü de demeyi ihmal etmedi.

 

Gula Mêrdîn yek dêrike
Baxu baxçe wê ji cinneti

Li vê dinyê u hebe li wê dinyê

Tu Dêrikê Nesîbê min ke
Mardin’in bir gülü var o da Derik’tir
Bağ ve bahçeleri cennettendir

Bu dünya da, varsa, öbür dünyada

Derik’i bana nasip eyle
 

“Sabah olunca ben buğdayımı alıp köyden gelmeden önce yine sabah kahvaltısını birlikte yaptığımızı ve beni öptükten sonra şöyle demeyi de ihmal etmedi.”

 

‘Bila Dêrikîya wek çavêxwe li xabê, dahlê u li Kûltûra xwe xwedî derkeve vê temiyamin ji bîra neke?’ Diyerek beni uğurladı ve ben eve geldim”

Cîgerxwîn’i görüp onunla konuşan bir diğer Derikli de İbrahim Güleç’tir. (Birahîmê Hemê Şêxê) Kendisini 1945 yılında Kamışlı’da görmüş olup sürekli konuştuğu tek şeyin Derik’in doğal güzelliklerinin son durumu ve kimlerin sağ kalıp kalmadığıdır. Özellikle Cîgerxwin, Derik üzerine bu kadar yoğunlaşmış sevgi beslerken Derik dışında sürgün hayatı yaşayan Qedri Can’ın ve Reşid Kûrdî ile ilişkilerini geliştirmiştir. bu yüzden Derik’ten gittikten sonra Qedri Can’ın da Derik’i anlatması üzerine, Qedri Can’ın da Cîgerxwîn adlı şiirinde şöyle dile getir mektedir.

 

DÊRİK

 

Dêrik çi xweşe bi dar û av e,

Ev av eli her derê belave.

 

Yek Xabe belê, bihuşt û mava.

Pir mişmiş û sêv û dar û selwa.

 

Pir gwîz û hejîr û xox û hinar,

Pir kanî û aş û av û cobar.

 

Yek dî heye pê dibên kulêbê,

Gorî ne ji wê re Xûrs û Şêbê

 

Pir aveke sar û pak û şêrîn,

Pir dar û ber û gûlanê rengîn

 

Bilbil digirî bi ax û zare,

Daxwaz bi xwe komala heware.

 

Mizgîn dide ev heval û yare,

QEDRÎ kol i Şamê xwendeware

 

Çepkan dîkutîn dibên birawo,

Gorî te bîbîn xweh û birao

 

Kısacası değerli Kürt yazar, ozan ve siyasetçinin gönlünde Derik daima özel bir yer teşkil etmiştir.

 

 

Edip KARAHAN  (1930-1971)

İlçemiz Derik’in yetiştirdiği siyaset adamlarından birisidir. 1930 yılında Derik’te doğmuştur. Babasının adı Cemil (Hecî Cemîlê Şehmûsê Hecî Osmanê Reşo) Annesinin adı Hecî Semo’dur. Evli, 3 çocuk babası, çocuklarının ismi; Turcel, Welat ve Şîyar’dır. 1953 yılında İstanbul’da komünistlik yaptığı gerekçesiyle tutuklanılır ve berat eder.

Daha sonra Forum dergisinde yayınlnan yazıları yüzünden 6 ay cezaevinde yatar. İstanbul Hukuk Fakultesi’nde birkaç yıl okur fakat tutuklamalar ile diğer engellemeler onun okulunu bitirmesine izin vermez. 1960 yılında bir süre T. İ. P. Eminönü şube başkanlığını yapar. İlk sayısı 1 Kasım 1962’de yayınlanan Dicle – Fırat Gazetesi’nin yazı işleri müdürlüğünü üstlenir. Bu gazetede asıl adı olan Edip Karahan’dan başka şu imzaları kullanır: Edip osmanoğlu, Hamit Mazıdağlı, Mahmut Bayraktar, Reşo. Dicle – Fırattaki yazılarından dolayı 2 yıllık bir ceza alır Ankara ve İstanbul’da birer yıl içeride kalarak bu cezayı çeker. 6 hazİran 1963 yılında Yirmiler davası kapsamında tutuklanır. 3 Eylül 1967 yılında Diyarbakır mitinginde bir konuşma yapar, daha sonra yaptığı bir konuşmadan ötürü 1 yıla yakın mahkûm edilir, 9 ay tutuklu kalır. Hazİran 1970 “Irak taki Kürt Milli Kurtuluş Savaşı ve onun başkomutanı General Barzani” başlıklı bir bildiri bastırarak dağıtır. 1971 yılında girdiği sıkıyönetim tutukevinde 1,5 yıl tutuklu kalır ve yargılandığı DDKO davasından 6 yıl ceza alır. Aynı yıl Türkiye’de Kürdistan Demokrat partisi davasından da yargılanır. 8 Şubat 1971 yılında Kozluk mitinginde bir konuşma yapar, 11 Nisan 1971 Diyarbakır DDKO’da ulusal sorun konusunda bir seminer verir, bu seminerden dolayı ceza alır. 15 Mayıs 1976 yılında İstanbul’da vefat etmiştir.

 

AZİZ AVNİ ÖZÇELİK (EZÎZÊ BİRO)  (1924-1988)

1924 yılında Derik’te doğmuştur. Babasının adı İbrahim Raci, Annesinin adı Fatma’dır. 1935 yılında Mardin Ortaokulu’ndan mezun olur. 1940 yılında Antakya Erkek lisesine başlar, mezun olur ve Kızıltepe’ye döner. Sanayinin Derik’te gelişmediğinden dolayı kendisi topraksız çiftçiler birliğini kurar. Daha sonra 14 Mayıs 1954 yılında Derik’te “Müstakil Derik”adıyla haftalık gazete çıkarmaya başlar. Gazete kapanınca bu sefer 11 hazİran 1954’te “Derik Siyasi Ve İçtimai” adlı bir gazete çıkarır. Gazete 1 yıl devam eder, akabinde döneminde aydın olan ve Abbasi aşireti mensuplarından İzzet Önen ile 3. bir gazete olan “Derik’in Sesi” adlı gazeteyi çıkarır ama bu gazete yayın hayatını 6 ay sürdürür ve kapatılır.

Aziz Özçelik Derik’te bir gazeteyi devam ettiremeyeceğini anladıktan sonra bu sefer Kızıltepe de yayınlanan Kızıltepe Yeşilova gazetesinde başyazar olarak yazı yazar. 1965 yılında Derik’te bağımsız belediye başkanlığına aday olur, ancak kazanamaz. Kazanamamanın altında yatan en büyük etken aşiretsel yapılanmanın güçlü oluşudur. Daha sonra kendisi için önemli olan Afritanların Efsanesi ile Kürt Dili Ve Grameri adlı eserler üzerinde çalışma yapmıştır. bu süreler içerisinde kanser hastalığına yakalanılır ve 1988 yılında İzmir’de vefat eder. Mezarı Derik’tedir.

 

AYŞE ŞAN (1938-1996)

Ayşe Şan 1938 yılında Diyarbakır’da doğmuştur. Babasının dengbejlik geleneğine ilgi duyması sebebi ile bölgede bulunan ve bölge dışından gelen dengbejlerin çoğu babasının evinde kalır ve birçok gece, bu dengbejleri dinleyerek sabahlara kadar uyumadan, bıkıp usanmadan onları dinler. Ayşe Şan’ın Derikliler ile olan ilşkisine gelince; kendisi yirmi yaşlarına gelince Derikli bir genç, zengin bir aile çocuğu olan Şevket Turan ile evlenmesidir. Evlerinin bulunduğu semtte Hecî Mikail kabilesininden birisi olan Celal Turan, Ayşe Şan’ı görüp beğendikten sonra onu Amcasının oğlu olan Şevket Turan’a istemesidir. Ayşe, iki evlilik yapmıştır bu evliliklerinden iki oğlu ve bir kızı olmuştur ilk evliliğinden yani Derikli ile olan evlilikten Yasemin adında bir kızı dünyaya gelmiştir. Derik’te 1.5 yıl kaldıktan sonra onun dengbejlik yapma isteği sürekli olarak evlendiği kocası tarafından red edilince daha 3 aylık olan kızını ve evini bırakarak Antep’e gitmiştir. Antap’e gitmeden önce Şevket Turan tarafından boşandıktan sonra gitmesine müsaade edilmiştir.
ABDULMECİT (MECİTO) (1894-1965)

71 yıl yaşadı Mecîtê Evdê Hevsê olarak tanınır. Aslen Mustafa ağa kabilesi mensubudur. Babası Evdo, Fetteh, Nebi, Mahmut ve Mustafa ağa’nın kendisine kadar gelir. Yedi çocuk sahibi 4 erkek, 3 kız çocuğu. Saz çalma konusunda şunu derdi: Bir gece rüyama şeytan girdi ve çok değişik bir saz çaldı ben de saz çalmasını henüz bilmiyordum ve sabah oldu kalktım o sazı aynen çaldım ve devam ettim. Onun yanına saz dinlemeye gelenler veya saz çalmasını isteyenler olunca önce çok kısa bir parça çalar ve karşısındakine sorardı: Bu neyin makamı? Eğer karşısındaki o kısa bölümü bilirse, saz çalmaya devam eder ve karşısındakine mükemmel bir saz ziyafeti çekerdi ama bilmeseydi, ona şöyle derdi: ‘Ben sana saz çalmıyorum sana bir yıl da çalsam yine bir şey anlamazsın’ deyip saz çalmaktan vazgeçerdi. Evi satılıp yıkıldığında evinin altında o dönemde hiç kimsenin bilmediği bir alet görülmüştür. Kimse bu aletin ne olduğunu bilmiyordu, Emniyet güçleri bu aleti alıp götürdüler. İlk defa suni kanat takıp uçma girişiminde bulunan Mecito’dur. Bir gün Derikli bir Ermeni olan Xemo’nun evine bir papaz gelir onu da çağırır ve 3 gün üç gece bir tartışma yaparlar. Papaz onun geniş dini bilgisi önünde pes eder ve bir daha Derik’e gelmez. Mecito ismi sonradan takılan bir isimdir. Derik’e birçok yenilik ve icat getirdiği için ismi Mecito olmuştur. Saat tamir etme konusunda şunu derdi: Ben Suriye’nin Kamışlı kentindeydim ve orada saat tamir eden birisini gördüm, yanına yaklaştım ve tam iki saat başında bekledim. Saat tamircisi de kendisine hiçbir şey söylemeden beklemesine müsaade etmiştir Derik ‘e geldiğinde saat tamirciliğine başlamış, şuan ilçede saat tamirciliği yapan Dursun Göngörür onun yanında yetişen bir ustadır. Saat tamirciliği, değirmencilik, her türlü silah tamiratı, duvar örme ve insanın elinden gelebilecek her türlü işçiliği yapmaktaydı. Onun tek bir defa seyrettiği bir sanatı orjinalinden ayırtılmayacak kadar aynısını yapabilme yeteneğine sahipti. 1925 Şeyh Sait İsyanı’nda yargılanılıp idam cezasına çarptırılmasına rağmen daha sonra aşiret reislerinin araya girmesi sonucu idamdan kurtulmuştur. Mezarı mezêlê Evdî’dedir.
EHMEDÊ CİMAA (1918-1983)

1918’de Derik’te doğdu. Qedrîcan ve Reşîd’e Kûrdî ile birlikte çalıştı. 1925 Şeyh Sait isyanından sonra kendisinde birçok doküman yakalanıldı, bu dökümanlar yüzünden onu sürgüne gönderdiler. Manisa’da 32 yıl sürgünde kaldı, bu sürgün yılları boyunca Derik’e sadece iki defa geldi, bir ara onu Manisa’dan Muğla’ya gönderdiler, uzun siyah bir pardesü, siyah bir fötr şapka giyiyordu, kendisiyle hiç kimsenin konuşmasına müsaade edilmiyordu. Öğretmendi en son evini Manisa’dan İzmir’e götürdü ve 65 yaşında İzmir’de vefat etti. Mezarı İzmir’dedir.
ALİ IRCI (ELÎYÊ SİTÎKA) (1913- 1989)
01.07.1913 Derik Doğumlu olup, Babasının ismi Hüseyindir. Hûsênê Zeynê ailesinden olup aslen Atalar köyündendir.(Xarok) Annesinin ismi Sittîka’dır Babasının erken yaşlarda ölmesi sonucu kendisine Annelerinin bakmasından annesinin ismiyle anılmaktadır. (Elîyê Sitîka) Kendisi ilçede çok az görülen derecede zeki ve matematik alanında geliştirmiş bir bireydir. Matematik haricinde Resim, astroloji, felsefe ve coğrafyada geniş bir bilgiye sahipti. Ayrıca Kürtçe ve Türkçe yanı sıra Arapça, Osmanlıca, Farsça ve Fransızca bilmekteydi. Gerekli görüldüğü zaman tapu dairesi tarafından çevirmen ve bilirkişi olarak görülmekteydi. Belediye kurulduğu zaman kendisi çağırılmış olup Belediyenin fen memurluğundan emekli olmuştur. Özellikle din konusundaki bazı radikal fikirleri yüzünden yanlış anlaşılmakta 50 seneye yakın Dini eğitim görmüş olup Kuran, İncil, Zebur ve Tevrat’ı okuyup anlamları ile birlikte anlatmaktaydı. Resim ve karikatür konusunda çok yetenekli olup bir defa baktığı bir nesnenin resmini hemen çizebilme yeteneğine sahipti. Ayrıca Duvar ustalığı yanı sıra Değirmen taşı ustalığı da meşhurdu. En büyük zevkleri arasında eline geçirdiği her türlü gazetenin bulmacalarını çözer sürekli gençler arasında otururdu. Mevcut feodal yapılanmayı hiç tasvip etmemiştir, bu yüzden sayısız feodallerinin hışmına uğramıştır. Seydayê Cîgerxwîn yanında eğitimini görmüş olup 16.05.1989 senesinde oğllunun yanında Mazıdağı’nda vefat etmiştir. Mezarı Derik’te Kaliko mezarığındadır. Kendisi renkli kişiliği ile tanındığından dolayı büroktratlar tarafından da sevilmekteydi, espri yanı ağırlıklıydı. Bir gün Gökalp Eczanesi’nde bulunan Hakim ve Savcıya onun durumu anlatılırken, onlar da merak salmış bu şahıs ile tanışmak istemişlerdir, o esnada eczane önünden geçen Ali’yi gören eczacı kendisini çağırır ve ona, burada oturanın Savcı ve Hakim olduğunu söyler, bu esnada Ali cevap verir: Bana ne kim olursa olsun o esnada savcı kendisine yönelir: Ali amca arasıra yanımıza uğra, bir çayımızı iç. Onun da beklediği an gelmiştir ve hemen patlatır: Sizin yanınıza niçin geleyim? Sizin yanınıza ancak namusuzsuzlar, üçkâğıtçılar ve hırsızlar gelir benim ne işim var yanınızda? Böyle konuşunca içeriye buz gibi bir atmosfer sararken yine kendisi başlamış: Savcı bey ben hırsızlık, üçkâğıtçılık yapmıyorum ki mahkemeye işim düşsün ama bir çayınızsa bir gün uğrarım. Böyle deyince o gergin hava gider ve kahkahaları patlatırlar.

(Kaynak: DERİK TARİHİ-1 Kitabından Alınmıştır. Yazar: EYYÜP GÜVEN)

R.GÖKMEN TURAN

 

Doç. Dr. Ramazan Gökmen Turan 1971 yılında Mardin’in Derik ilçesinde doğmuştur. Annesi Faika Turan  ve babası Ahmet Turan’dır. Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi eğitiminden sonra 2003 yılında Almanya’da eğitimini tamamladı. Kardiyolog olarak uluslar arası alanda çalışmalarını sürdüren bu değerli hemşehrimiz 2006 yılında Barcelona’da düzenlenen Europal Cilinical’da Dünyanın En Genç Kardiyolog’u ünvanını elde etmiştir. 2007 yılında uluslar arası katılımla,Türkiye’de düzenlenen Klinik Vasküler Biyoloji Derneğinden ikincilik, 2008 yılında Dünya Bilim ve Buluş Yapan Ünlülerin yer aldığı Altın Kitap’ın 2567. Sayfasında 3. Sırada dünyaca ünlü bilim adamları arasında yer almayı başarmıştır.

Doç. Dr. R.Gökmen Turan özellikle kök hücre konusunda yaptığı çalışmalarla adını altın harflerle tıp dünyasına yazdırmıştır. 2008 yılında Türkiye’de düzenlenen Vasküler Biyoloji Kongresi’nde yaptığı sunumuyla birincilik ödülünü almıştır.

Türk Kardiyoloji Derneği üyesi olan hemşehrimiz halen Almanya’da köln, Hamburg ve Rosto’da doktor kardeşi Hakan Turan ve eşi Doktor İlkay Turan ile yaşamını sürdürmektedir. Doç. Dr. R. Gökmen Turan zamana zaman Türkiye’ye gelip tıp kongrelerinde sunumlar yapmaktadır. Gökmen Turan ve kardeşi Hakan Turan Derik Kültür ve Dayanışma Derneği üyeleridirler.